Geçen sene bu zaman Zülfü Livaneli'nin Sevdalım Hayat'ı nı okuduktan ve bayıldıktan sonra bu sene kendime Z.Livaneli ayı yaptım ve diğer kitaplarını ardarda okudum.En çok satanlar listesinde gözüme sokulan Serenad'ın bunda payı büyük.Bu süreçten sonra kendimle ilgili tespitlerim şunlardır:
1. Biyografi/otobiyografi okumaya bayılıyorum. Başka bir hayat, günlük hayatın içinde sıradan olan ayrıntıların birden yazarla ortak noktam oluvermesi beni yazara yakınlaştırıyor,sevdiriyor,onu benim gözümde ete kemiğe büründürüyor. Böylece ; yazdıkları hayal dünyasındaki karakterler ve olaylar olmaktan çıkıyor, bir zihnin kurguladığı olaylar oluyor ve ben bu zekayı seviyorum.
2. Bir yazarın bütün kitaplarını ard arda okumayı seviyorum.Tanıdık birinden-sevdiğim birinden- hikaye dinler gibi oluyor. Ne bileyim buz gibi naneli limonata eşliğinde bir yaz akşamüzeri sohbeti gibi.. hava karardıkça daha da keyiflenen, zamanı durdurmak istediğiniz. Sonra kitaplar tükenince hevesle beklemeye başlıyorum yeni kitabı. Uzun zamandır görüşmediğin dostun görüşmediğiniz zamanlarda yaptıklarını dinler gibi hevesli.
Birine kitap önermek,mutlaka oku gibi iddialı cümleler kurmak haddim değil,zaten bence doğru da değil.Beklenti meselesi,zevk meselesi..Ben sadece nacizane kitapların bende bıraktığı duygudan söze edebilirim-ki edebi bir kimliğim de olmadığına göre,aslında kitabın bende bıraktığı tat kimsenin umrunda da değildir:) Olsun,benim umrumda. Kendi hayatıma not düşüyorum;)
Sevdalım Hayat: Sanırım favorim bu.Ne güzel bir hayat.. ne sabırlı.. ne ince ince işlenmiş..ne güzel dostlar..
Engereğin Gözü: Hürrem li geçen bir kışın ardından Osmanlı Hareminin o mistik havasını iyice içime çektim..enfes bir dildi.zorlama tek bir cümle bile yoktu..
Arafat'ta Bir Çocuk: İtiraf ediyorum ki, öğretmen kimliğim fazla öne çıktı bu kitabı okurken. Arada kalmışlığı,ön yargıları,Yılmaz'a yapılanları okumaya yüreğim dayanmadı, ofladım pufladım durdum. kaçmayı tercihe eden yanım ağır bastı yani..Ben beğendim..
Leyla'nın Evi: Yaşlanınca nasıl biri olacağım,nasıl görüneceğim tarzı "kaygı"larımla bütünleşen bir kitap oldu bu. Çok sevdim. İnsan denen varlığın hem ne güzel hem ne çirkin olduğunu, herbirimizin yüreğimizde yaşadığımız gel-gitleri-toplum denen "şey" in içinde "boğulmuşluğumuzu" anımsattı bana.
Leyla'yı , Rukiye'yi,Yusuf'u,Roxy'i, Ömer'i,Ali Yekta Bey'i,Necla'yı..hepsini sevdim..insan oldukları için. tüm insansı yanları barındırdıkları,onları anladığım için..
ve en çok da Leyla'nın evinden gizlice götürülen tüm o eşyaların sessizce geri geliverişini sevdim..
Son Ada: Sanırım ben siyasetin farklı sunuluş biçimlerinden hazetmiyorum hiç.Kitabın arka kapağında şöyle diyor:
Livaneli Son Ada'da ,asında hepimizin aşina olduğu düşsel bir ülkede yaşanan olayları alegorik bir anlatımla verirken,politik ve kişisel ihtiraslarla topluma ve doğaya müdahelelerin sonuçlarını da gözler önüne seriyor.
Tam da bu işte benim hoşlanmadığım durum. Alegorik anlatım?? cık,sevemedim:)Eleştirmen falan olmadığıma göre, bunu neden sevmediğimi, bu kitabın bu tarzın "iyi" kitaplarından olup olmadığını sorgulamak ya da açıklamak zorunda değilim. Yaşasın! Ben sıradan bir okurum ve sadece sevmedim deme hakkımı kullanıyorum.
Bir Kedi,Bir Adam, Bir Ölüm: Kitabı elime alınca ilk önce Yaşar Kemal'in düştüğü notu gördüm kapakta: "Gerçek bir şahaser!..."
Ne tuhaf diye düşündüm. İnsanın en yakın arkadaşı Yaşar Kemal olur mu yahu, bu nasıl bir hayattır?!? Ne konuşurlar acaba , hep sanattan edebiyattan siyasetten konuşacak değiller ya hani, ne bileyim çocukların derdinden, yolun kazılmış olmasından falan da dertlenmezler mi ki birbirlerine.. Düşün şimdi en yakın arkadaşı Yaşar Kemal ve O'nun da Zülfü Livaneli! Telefonda cevapsız arama: Zülfü!
Herneyse işte, dedim ki kendi kendime, bu ikisinin birbirlerinin kitapları hakkında yorum yapmaması lazım ; yani şimdi allahaşkına Yaşar Kemal'in Z.Livaneli'nin bir kitabını beğenmemesi mümkün müdür(ya da aksi durum).. Konuştukça güzelleşen insanlar gibi, herkesin annesinin çok güzel olması gibi.. Bu denli yakın iki dostun birbirinin kitabını vs beğenmemesi söz konusu o-la-maz :) (bence)
İşte ilk hislerimin bunlar olduğu kitap bitince ise..tek yaptığım Yaşar Kemal 'e katılmak oldu.Stockholm'de geçen bu enfes hikayede de siyaset vardı ama bunu çok sevdim.Farklı ülkelerden gelen insanların ortak yaşamlarını zaten severim, bu hikaye ise tamamen sardı beni.(Başka başka milletlerden arkadaşlarım olmasına özenmişimdir hep,daha bir çok şeye özendiğim gibi)
Stockholm' de mülteci olarak yaşayan Sami, Türkiye'de yok yere öldürülen(haklı bir ölüm varmış gibi, ne saçma bir kalıp bu böyle) sevgilisi Filiz, o dönem Türkiye'den kaçmak zorunda kalışlarının imza yetkilisi bakan, Şilili bir hırçın genç kız Clara... içiçe geçmiş bambaşka hayatlar..okuyun derim.