28 Kasım 2009 Cumartesi

bon appetit! (Julie&Julia)

Cuma akşamımızı ısıtan enfes bir filmden bahsedeceğim bugün size:Julie&Julia
Tek kelimeyle bayıldım ben bu filme!Sahneler,renkler,caddeler,kostümler,oyuncular,yemekler her şey her şey her şey harikaydı.Film boyunca Julie’nin takmış olduğu şapkalar, henüz sezonunu açmadığım şapkalarımın olduğu kutulara yöneltti beni film biter bitmez,bir de hemen bu filmin şerefine yeni bir şapka alıp bu kış hep onun takmaya karar verdimJSanıyorum safran sarısı olacak bu şapka,bu seneki favori rengim.Bulurum sanırım di mi?

Filmin kahramını olan iki kadından biri hala hayatta ve filme de konu olan bloğu hala açık!Çok eğlenceli geldi bu fikir bana,bloğuna bakarken kendimi filmden sonra filmin galasına katılmış da Julie Powell ile tanışmış gibi hissettim.(Gerçi arşive henüz bakmadım ama)Julia Child ise yemek dünyasıyla azıcık tanışıklığı olan hemen herkesin aşina olduğu bir isim.Hem kendisi hem de yüreği kocaman bir kadın!Öyle karakteristik bir fiziği ve ses tonu var ki onu başka türlü hayal dahi edemiyorsunuz.Tabii bir de o kendine has yemek yapışı.61 senesinde kitabı yayımlandıktan sonra televizyon programlarına da başlamış Julia Child ve günahıyla sevabıyla yaptığı yemekler ve sunum onu zirveye taşımış.Samimiyet!Ne mükemmel şey!Şu en sevdiğim animasyonlardan Ratatouille ‘nun ana fikri olan “Herkes yemek yapabilir” düşüncesi de kendisine ait -ki bu düşünce benim yemek yapmaya başlamama vesile olmuştur,şaka yapmıyorum vallahi Fare Remy ‘den etkilendim:)

Filmin “resmi” konusuna gelince;
İki öyküyü birlikte sunuyor bize film:Amerikalıların ünlü yemek ustası Julia Child ve onun Mastering The Art of French Cooking adlı kitabındaki 524 tarifi 365 günde yapmaya karar verip, bunu bir blogla paylaşan Julie Powell ‘ın gerçek hayat hikayeleri.Hani öyle kolay yemekler de değil bunlar,istakoz katili de olmak gerekiyor,ördek yolucu da:)
Herkesin zevkleri başka başka mutlaka,bazen “bunun nesini beğenmiş “ dediğimiz de oluyor tavsiye edilen filmler için ama çoğu blog yazarının bu filmi beğeneceğine,kendi hayatından kesitler bulacağına inancım sonsuz.














Artık kendisinin de yemek kitapları bulunan "gerçek" Julie Powell














Julia Child (1912-2004)











Bir de dip not: Julia Child’ın hayat hikayesini okurken evini bir üniversiteye mutfağını ise ABD Ulusal Tarih Müzesi'ne bağışladığını öğrendim,ve bir kez daha “güzel ve yalnız ülkem” için üzüldüm içten içe.Binlerce sanat eserinin depolarda çürüdüğü,kenti kent yapan binaların, parkların,sokakların,ağaçların “artık eskidi çok,yenisini yapmak lazım şöyle ışıl ışıl” tarzı düşüncelerle yerle bir edildiği ülkemde müze bilinci nasıl gelişir bilmiyorum.Şu an itibarıyla da bunu ayrı bir yazı konusu yapmaya karar veriyorum..

Sevgiler herkese..

26 Kasım 2009 Perşembe

sevdiğim "an" lar,sevdiğim "yer"ler

Ne zamandır fotoğraf çekmeye fırsat bulamıyorum.Gerçekten istenilen şeyler için "vakit yok" kavramını pek kabul etmeyenlerdenim ben, o yüzden de bu geç kalmışlık "iş yoğunluğum"dan değil tembelliğimden. (Böylece fırsat bulamamak sözcüğünün tüm karizmasını aldım götürdüm:)Azıcık yoğun iş kadını imajı çiz di mi şurda, yok:) )
Bu tembellik maalesef bu sonbaharın o güzelim sarı yapraklarını kaçırmama yol açtı.Neyse ki yarın bayram , umarım Ankara nispeten sessiz sakin olacak ve ben rahat rahat fotoğraf çekeceğim erkenden.



Gelelim başlığımızın içeriğine:

Geçenlerde bir gün yine öyle hayaller içinde yürürken Tunalı'da , Ankara'da en sevdiğim yerin eski Mado(yeni Ceviz?) dan Atatürk Bulvarı'na çıkan ,Kıtır ve Random'ın da üzerinde yer aldığı o dar sokak ve özellikle de o sokağın "sonu" olduğunu bir kez daha tescilledim kendi kendime.Evet evet tam orası hani şu bank var bir tane,arkasında bir ilan panosu,karşısında iki tane cici dükkan ve hemen köşede Ankara'nın en güzel Dost'u.Orda çekilmiş bir dolu fotoğrafım olsun istiyorum. Evimin duvarlarına asayım onları ve seneler seneler sonra çocuklarımın çocukları olur da hani evime gelirse "hımm ananem böyle bir kadınmış gençliğinde" desin.Beni zihinlerine o yerle yerleştirsinler.Ve hatta ben de orda anımsayayım gençlik günlerimi.Tam o renkte!Bence her an başka renkte!

Kıtır'ın önünde oturan,ayakta kokoreç bekleyen insanlar,kırmızı tenteler,yağmur biraz,mutlaka rüzgar, eskiden Dost'un vitrininde "yaşayan" kedi , şimdi onun yerinde olan çiçekler,o iki küçük dükkandan pasaja yakın olanında askılara tıkıştırılmış kıyafetler,yer döşemeleri,masalardaki portakal suyunun rengi,Random'a inen basamaklar,bahçedeki yavru kediler,ve tabii ki o sokak lambası,o bank ,o ilan panosu,o ilan panosuna iliştirilmiş her şey içimi huzurla dolduruyor,bana kendimi "yaşıyor" hissettiriyor.Bana iyi geliyor.Bir başka güzel geliyor dünya bir anda,tanımadığım insanlara merhaba demek, yürüyen diğer insanlarla gizli bir dilde şarkı söylemek, kendimce dans etmek geliyor içimden.Yaşamak öyle güzel, yaşamak öyle özel,bana verilmiş bir hediye var sanki kimsenin bilmediği,kimsenin görmediği. Geçirdiğim her anı içime çekiyorum..Sokak kısacık,elimden geldiğince kıymetini biliyorum.

22 Kasım 2009 Pazar

new in town

Bir cumartesi akşamını Kasabanın Yenisi ile geçirdik efendim çok da memnun kaldık. Pek bir seviyorum Renée Zellweger ı.Onun o şaşkın (ara sıra saftirik) içten halini kıkırdayarak izliyorum bana ne oluyorsa,suratımda salak bir sırıtış istemsiz:) Sanırsınız ki kız benim ortaokuldan arkadaşım:)
Film sıcacık sarıveren cinsten insanı,küçük yerlerin kendine has o sevgi yumağı hallerini seriveriyor önümüze. "Hayat ne kadar basit yaşanırsa o kadar mutlu oluyor insan " tarzı düşüncelere sürükledi beni ama sevgilinin "ve bir o kadar da savunmasız" şeklinde devam eden yorumuyla gerçek hayata dönüverdim genelde olduğu üzere:) Sanki gittik küçük bir kasabaya yerleştik,ne var sanki şöyle azıcık ruhani konuşmalar yapsaydım( ki tabii ki yaptım da:)

Bu sevgili Renee ile tanışmamız Bridget Jones'un Günlüğü'ne ,üniversite yıllarıma dayanır,bir kaç kız ufacık bir odada izlemiştik nedense aklımda kalmış. Neyse efendim o zamanlar ben şimdikinden 6 kilo zayıftım ve film boyunca onun o hafif tombiş hallarini de pek sevimli bulmuş,kızlarla ara sıra " yani arkadaşım sen de azıcık az ye" gibi öğütlerde bulunmuştuk.Dün totomu koltuğa iyice yaymış , patlamış mısırlarımı yerken ; kendimi " kızım şimdi ipince olabilirsin ama ben senin 5 sene önceki halini de biliyorum,tombiştin sen , her an tekrar tombiş olabilrsin" diye düşünürken - evet bildiniz kendisini kıskanırken - yakaladım.Sanırsınız ki seneler sonra karşılaşmışız o incelmiş güzelleşmiş ben de şişmişim,hatta abartayım o zaman ki sevgilim meğer beni onun için bırakmışmış:)Bende de acısı geçmemiş hiçbirinin:) Ama sonuç değişmez makyajsız hiç bir şeye benzemese de (çamura devam) kendisini ailece beğenerek izliyor,yeni filmi Kasabanın Yenisi'ni de beyazperde.com da aldığı düşük puana rağmen tavsiye ediyoruz.

18 Kasım 2009 Çarşamba

yağmur yağmur yağmur



Yağmur yağsın istiyorum.Üzerimde sebepsiz bir hüzün.Şımarıklığından derdi annem olsaydı.. O da yok burda.Nerden bildiğimi bile bilmediğim bir şarkı sürekli kulaklarımda..Yağmur yağmur yağmur ..Sessizce silecek kibirimizi...Azıcık görmeyiversem kimseyi,azıcık dursa hayat...

16 Kasım 2009 Pazartesi

no pazartesi sendromu no cry

Bugün pazartesi ve benim bu sene en sevdiğim gün!
Bir çoğunuz ofiste ve saatler geçmek bilmiyor,hafta sonundan kalma zihinler,yarı uyuşuk bedenler..veeee benim bugün izin günüm:)Evet evet bendeniz pazartesileri çalışmıyorum efendim.Aslında işe gitmiyorum demek daha doğru sanırım , evden çalışıyorum diyelim biz buna.Olsun yine de herkesin işe gittiğini izlemek, sabah 6.30 - 7 civarı (diğer tüm günler benim de yaptığım gibi) herkesin hazırlanma telaşında olduğunu bilip yatakta gerine gerine şöyle bir kez daha popoyu ordan oraya atmak,8-9 civarı köpeğiyle gezen "geç" ve " erken" emeklileri görmek elimde kahve fincanıyla ve en güzeli nerdeyse tüm günü pijamalarla geçirebilmek beni ziyadesiyle mesut ediyor sevgili okur.(bu da nerden çıktısa böyle,içimde gizlenmiş biri daha var benim sanırım)Pazartesileri bana verilmiş bir hediye gibi,her seferinde beni daha da mutlu eden.
Sıcacık bir bardak çay ile bilgisayarın başında azıcık da olsa tembellik yapabilmenize olanak veren bir işte çalışıyor olmanız dileğiyle..






iyi düşün taşın



Başlangıç yazım şöyle olmalı böyle olmalı , öyle bir şey yazmalıyım ki dönüp dönüp bakmalı, gerekirse kuş kondurmalıyım ben bu yazıya şeklinde geçen aylardan sonra baktım ki nasıl başlayacağımı bulamadım ben de amann başlayayım gitsin dedim, oldu da bitti."Nasıl anlatsam nerden başlasam " faslını bir aşabilsem içimde süper şeyler çıkarırım ben ortaya da ..bakmayın başlayamıyorum.Kitap yazma girişimlerim de bu yüzden sonuca varamadı zaten benim,yoksa ne alakası olur canım tembelliğimle..


Eskiden Dost'ta şimdilerde D&R da geçirdiğim saatlerde ya tüm kitapları alma ,okuma, yere pufidik bir minder atıp bir hafta on gün orda yaşama isteğine kapılıyorum ya da " aman ne ki bunlar bir başlasam ben neler yazarım da işte, hayat derdi fırsat bulmadım henüz" ukalalığı ile çıkıyorum mekandan.Anlayacağınız gel-git akıllının biriyim ben,belki fiyakalı bir adı bile vardır bunun psikolojide.
Her neyse.. Ben geldim,hoşgeldim:)
Güzel zamanları,kötü zamanları,öyle sebepsiz sevinçleri,tasaları ,şarkıları ,şiirleri,filmleri,kitapları,"an" ları paylaşmak dileğiyle.
not: kuş kondurdum yazıma:)