18 Ağustos 2015 Salı

slow food

Sadeleşmekten , basitleşmekten bahsettik ya hani..Bunun bir ayağı da beslenme düzeniyle daha doğrusu ne yiyip içtiğimizle ilgili.En basit tanımıyla ağzına atıp midene gönderdiğin , ordan da her bir hücrene eklediğin şey ne?

Ben büyürken (90 larda ) , gittikçe artan bir paket ürün çeşitliliği vardı. Ne bileyim işte , en en küçükken yediğimiz mis gibi tereyağlı anne kurabiyeleri yerini çokoprenslere bıraktı önce..Sonra ; Adala (dikkat Adana değil ,olsa nolur da.. değil .) da Kocaalan 'da oynarken biz ,elimize tutuşturulan yağlı ballı ekmekler gitti , yaldızlı paketlerini iskandinav koltukların minder altlarında  ya da kitap aralarında özenle biriktirdiğimiz çokomeller geldi.Ben sanıyorum beşe geçtiğimde çokoprensçiler ve probisçiler olarak ikiye ayrılmıştık-ki ben seneler sonra bir markette probise rasladığımda hemen aldım ve kararımı tekrar gözden geçirip, sevgili çokoprensle olan aşkımı bir kez daha onayladım. Velhasıl  diyeceğim o ki ; her bişi artık Türkiye'ye girmeye başlamıştı. Alaşehir' de maden suyu fabrikasının yakınındaki çeşmeden akan maden suyunu ne ara marketten alır olur olduk , sonra ne ara babam bize maden suyuyla mineralli suyun farkını anlatmak zorunda kaldı ,  çaydanlıkta kalan soğuk çayı hop diye lavoboya döküp marketten soğuk çay almaya ne zaman başladık , kola bir çeşit milli içeceğe ve hatta milletimizin pek hassas olduğu Ramazan sofralarının baştacına nasıl ve ne ara dönüştü bilmiyorum. Ne olduysa oldu ve ağzımıza attığımız her lokma bir çeşit zehire dönüştü.Tuhaf bir şekilde ananenin yaptığı tarhanaya burun kıvrılır , pazara uğranmaz ( biraz da marketlerden kredi kartıyla da alışveriş yapılabilmesi sebebiyle ), meyvenin sebzenin en parlağı, düzgünü seçilir oldu. Tereyağ gitti - ki az şişe çalkalamadık - margarin geldi , bahçede balkonda konu komşuyla  yapılan salçalar gitti konserveler geldi. Menemen "köylü yemeği "oldu , eh malum "köylü" artık bir çeşit aşağılama sözcüğüne dönüştü.Odun ateşi tarih oldu. Bir de üzerine 24 saat reklamlar dönünce zihnimizde " en lezzetlisi, en sağlıklısı" diye biz de kocCa bir toplum annemizin yağının bir paket margarin olduğuna , kilosu 10 lira olan ayçiçeğinden  100 gram yağ çıkarken , kilosu yine 10 liraya satılan sıvının ayçiçek yağı olduğuna (sayıları uydurdum , odaktan sapmayalım) , saçımıza mis gibi zeytinyağı sürebilecekken içindekiler kısmında ilk bileşen (yani miktarca en fazla) "Helianthus annuus oil " yani efendim bildiğiniz düz ayçiçek yağı olan  "şey" in  argan yağı olduğuna  ve bir dolu kimyasalın yüzümüze gözümüze ve artık   adını burda anamayacağım bilimum yerimize iyi geleceğine inandık. 

Gelin görün ki ; "aldatıldık aldatıldık dünya böyle değil". Evet evet aynen öyle aldatıldık biz; tabii haliyle herşeye aldanan bir toplum olarak  gittik oyumuzu da herşeye aldanan inanan , mağdur edilen bir partiye verdik.İnsan kendinden bir şey bulmalı seçtiği kişide değil mi ama..Güle oynaya hep bir geçinir gider olduk,  Az bi karışık sanki ortalık,haber izlemeye yürek dayanmıyor yine ve  bir avuç insan oynatmaya az kaldı modunda  ,sinir krizi eşiğinde büyük bir umutsuzlukla geziniyor ortalıkta ama sorun değil. Ne de olsa çok çok azlar zaten pek de halleri kalmadı laf anlatmaya..küstüler.

A evet sahi , yediğimiz içtiğimiz diyorduk, tamam döndüm konuya.Aldatıldık ya şimdi biz senelerce , içindekiler kısmındakine dilimizin bile dönmediği o tuhaf şeyleri yemeyi ve ikram etmeyi bir çeşit "zenginlik" saydık ya yıllarca.. Tam da orda , bin çeşit hastalık da türeyince -ananemize babannemize hiç uğramayan- hem az bir sorgular olduk "yahu bizim bu yediklerimiz ne ola ki" diye hem de işin orjinalliği kaçtı, bunları tüketiyor olmak sıradanlaştı. Eh biz de orjinalleitik."Her şeyin başı sağlık" cümlesi  yeniden düşünüldü, değerlendirildi ,hak verildi. Evde yemek (cook your own food ), temiz yemek (eat clean) , yerel besin (local food ) ve fast food 'a tepki olarak "slow food" gibi yeni yeni  kavramlar girdi hayatımıza. Beden sağlımızı beslenmeye düzenlerken ruh sağlımızı da yoga ve meditasyonla dengelemeye çalıştık. Kötü mü oldu yani? Pek bir güzel oldu efendim, pek mesudum gidişattan ben.Zıvanadan çıkmıştı bence bu iş.

Böylece bir kere bir sosyal etkileşimimiz arttı,yalan mı? Daha  çok arar sorar ,danışır , en önemlisi de kaale olduk ananeyi babanneyi.(evet bilerek yanlış yazıyorum bu iki sözcüğü ve belki bir kaçını daha yazı boyunca) Aman ölmeden (tabii böyle demedik yüzlerine ) şu tarifi bana bir öğret iyice dedik. Basma ya da gizemli tuhaf desen ve renklerdeki kıyafetleriyle facebook sayfalarımızdaki yerlerini alıverdiler "tonton ananem ve ev yapımı reçel" diye .Sonrası malum , çorap söküğü gibi ... "Çocuğuma hazır yoğurt yedirmem evde kendim mayalarım " , "hazır bisküvi vermem kendim şekersiz bisküvi yaparım" , " dondurma diye satılan şeyi hayatta çocuğuma vermem, yaparım ben kendim " ,"kışlık menemen , taze fasülye falan hazırlayım da yeriz mis gibi " , "ev yapımı hamburger " diye tutturan 2000+ model anneler çıktılar ortaya , kendi beslenmelerine  göstermedikleri özeni dikkati çocuklarına gösteren.İyi ki de çıktılar. Benim de içinde olmaya çalıştığım bu grup ,ara sıra saçmalasak , bazılarımız bunlarla azıcık kafayı bozsak , evdeki yoğurdu hazır yoğurtla mayalamaya çalışsak ve yokluktan organik süte dadansak da..iyi niyetliyiz. Çocuklarımız henüz karnımızdayken okuduk, araştırdık , sorduk soruşturduk ne yesek ne içsek diye.Yine benim de dahil olduğum büyük bir grup , hamilelik ya da emzirme döneminde gazlı içecekleri , paket ürünleri , mümkün mertebe de şekeri çıkardık hayatımızdan. "Çocuklar duyduklarını değil gördüklerini dinlerler ve uygularlar " dediler,(ananemin deyimiyle görgülü kuşlar gördüğünü işler gibi bir şey bu da ) eh biz de kendimize de şöyle bir çeki düzen verdik. Köyden gelen salçayla yemeğin tadı değişti, zeytinyağlının yanına yapılan pirinç pilavı gitti ,bir kase çorba ya da çeşit çeşit mezeler otlar geldi.Eh Egeliyim övünmek gibi olmasın (hiç sevmem bu memleket geyiğini ama arkadaş yani şimdi..bir de gerçekler var yahu ortada. kim bana İç Anadolu'nun yemek kültürünün zenginliği ve lezzetinden sözedebilir allahaşkına..) ama bir çok tat da genlerimde kodluymuş sanırsam . Yemekten sonra öyle kocaman tabaklarla çeşit çeşit  meyve yenilmeyeceğini , yarım karpuzun bir oturuşta bitirilmeyeceğini öğrendik -ki glisemik indeks denilen zıkkım da eşzamanlı olarak hayatımıza girdi.(ne yerdik arkadaş , hele tüm aile ananemde bir araya gelince. Ananem olsa "kalabalık yediriyor , iştahınız varken yiyin " derdi.hayatta çok şükür.)

Velhasıl kola yerine  kocaman bardaklarda naneli buzlu  ayran , meyveli soda yerine içine taze limon sıktığımız ya da bir iki dilim meyve attığımız soda , karnıyarığın yanında koca bir kase cacık tüketir olduk -iyi ki de olduk. Böyle daha "temiz" olmadı mı söyleyin. Bizde bir pazar arabası var bir kaç senedir , çeke çeke gidip geliyorum vallaha şıpıdık terliklerle. Anneme kızardım küçükken "ne demeye bu kadar uzun zaman geçiriyorsun pazarda , al alıcaklarını çık" diye. Terapiymiş yahu bu bir çeşit meğer. Üç hafta üstü üste pazara git , zaten herkes tanıyor seni. Oo ne konuşmuyoruz ki , oy verdiğimiz partiyi mi Salihli kirazının fiyatını mı..Bir çeşit kuaför terapisi gibi. İnsan , insanla olan sıcaklığı , samimiyeti arıyor sanırım. Tanımadığı insana da güvenmek güvenebilmek istiyor. Bize göre,en azından bana göre değil , yabancılardan uzak dur ,insanlar kötü yaklaşımı. Yabancı kimseden pek bir zarar görmedim şimdilik çok şükür, ne geldiyse "dostlardan" geldi. (Tipik bir yurdum insanıyım ben , saat ikiyi bulunca kanımdaki arabesk taşıyıcı hücreler pıtır pıtır dökülmeye başladı ortalığa.Hemen yeni bir paragrafa atlıyorum, Müslüm' den 'Ferhat Şirin le yoğrulmuş,Arzu'yu Kamber'e vereydin ya ' yı mırıldanmaya başlamadan.)

Uzun lafın kısası efendim. Ağzınıza attığınız her lokmaya dikkat edin. Kalan hiç bir şeye yazık olmaz ( yiyeceğiniz kadar alın tabii, o ayrı ) , size daha yazık.Midemiz çöplük değil ,içeride sadece öğütme işlemi yok, sindiriyoruz da malumunuz..Şeker bir zehir , bilmeyen yok sanırım artık ,Karatay da sağolsun , kanser denilen illet bununla besleniyor.Çıkarın mümkün mertebe. Evet çok lezzetli bence de ama napalım.. Hiç olmazsa çayda kahvede kullanmayın , şekerli gazlı içecekleri atın gitsin  hayatınızdan. Bir ay içmeyin sonra zaten isteseniz de içemiyorsunuz, leş gibi bir şey. Şeker bağımlılık bir çeşit , ataklardan korunmak için hurmaya sarılın. Mucize gibi bir şey hurma ( ne zaman birine hurma önersem kendimde böyle dini bir misyon hissediyorum. Diş fırçası kullanma misvak kullan diyen tipler gibi. Hayır öyle olsam kime ne de.. değil..olmayınca da açıklama gereği duyuyor insan ya da ben duyuyorum diyelim) 
Kent bostanları var sonra , internette bakının azıcık hemen bulursunuz , gidin üç beş bir şey ekin , olmadı balkonunuzda ekin. Kent tarımı , balkon bahçeciliği gibi bir dolu grup var facebookta , katılın birine. Tohum takası var sonra ,Buğday Derneği var. Ne bileyim pembe domates ağı var mesela. Yeter ki isteyin, var da var. Ankara' da oturanlar için ; yakınlarda Hacılar , Ballıkuyumcu , Şehitali köyleri var. Süt de bulursunuz , yumurta da , odun ateşinde bazlama da. Alın çocuğu da , O tavuk kovalasın siz taze ürün. Bir de çay yaparlarsa semaverde..Ooo daha ne ister ki insan hayatta sağlıktan başka. 

Mutluluk, huzur , sağlık.. Hepsi sindire sindire yaşamaktan geçiyor öğrendim, yetişmekten koşturmaktan değil. Sahipken kavrayabilsek keşke..geç olmadan..sözcüklerden yaşama geçse keşke her bir cümlem.. eh ..mümkün olduğunca, napalım..her gün biraz daha bile olsa.. kar kardır geriye dönüp bakınca..

Umarım hepimiz  bir pencere önünde gelene gidene bakabilmenin huzuru ve rahatlığıyla ; kocaman dost , aile masalarında , bir kadeh rakıyla , iki kavun iki peynirle yetinerek , asıl mezenin sohbet muhabbet olduğunu unutmadan , sağlıkla yaşlanırız..ihtiyarlamadan.. ve eskiden pek bir tuhaf bulduğum , elden ayaktan düşmeden.

Umarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder